Koğuşta Oruç Bir Başkadır (5)

Koğuşta Oruç Bir Başkadır (5)
04/01/2024

Hapis olmanın sıkıntıları yanı sıra tadı ağzınızda kalan güzellikleri de vardır. Bunlardan biri de Ramazan ayının faaliyetleriydi.

Ramazan ayı geldiğinde Sincan T Tipi Cezaevi yönetimi yemek uygulamasında herhangi bir değişiklik yapmazdı. Ancak biz C 5 koğuşunda nöbetçilik sistemi kurmuştuk. Her gün iki kişi nöbetçilik yapıyordu; nöbetçiler gelen yemekleri alıp, masaları hazırlayıp, yemeği verip sonrasında da tabakları yıkıyorlardı. Sayı 25 ve üstü olunca nöbetçiler o gün neredeyse tam gün mesai yapıyorlardı.

Ramazanda ise nöbetçilerin işi daha kolaydı: İki öğün yemek vermeleri gerekiyordu. İkindi sonrası gelen kahvaltı malzemelerini sahur saatinden önce kalkıp servise hazırlıyorlardı. Tabi verilen kahvaltı yetersiz olduğu için kantinden ortaklaşa aldığımız beyaz peynir, domates, biber, zeytin ve salatalığı da sahur yemeğine ekliyorduk. Beyaz peynir yerine bazen de kaşar servis ediyorduk.

Bununla yetinmeyen bazı arkadaşlar da zaman zaman konserve açıyorlardı: Konserve olarak balık, zaman zaman kavurma da konuyordu.

Nöbetçiler sahur saatinden önce kalkıp, mutfak kenarındaki masaya, bu malzemeler yerleştiriyorlardı. Brunch misali herkes tabağına, üzerinde yazan sayı kadar alarak masaya geçip oturuyordu. Tabi o saatte çay da hazır oluyordu. Sayı çok ve malzeme de yetersiz olduğu için alınması gereken zeytin, dilim salatalık ve dilim domates sayıları da bir not ile tabakların üzerlerine konuluyordu. Böylece herkese yetecek şekilde servis yapılmış oluyordu.

Tabi bazen takılma mahiyetinde ufak tefek ağız kavgaları da oluyordu. Örneğin küçük yuvarlak bir kaşarı sekiz eşit parçaya bölmeniz gerekiyordu. Bunun için ise cetvel kullanıyorduk. Kalemle işaretledikten sonra itina ile kesiyorduk. Herkese eşit miktarda düşmesini sağlamaya çalışıyorduk. Hava Pilot Kurmay Albay bir arkadaş bu işin piri olmuştu. Milim şaşırmayacak şekilde kaşarı kesiyordu. Bir keresinde ben ayarlamayı yapamayınca bir arkadaştan tatlı bir eleştiri de almıştım. Bu eleştiriden sonra kurmay arkadaşı yardıma çağırıp, kaşarı ona kestiriyordum.

Bu arkadaş aynı zamanda dondurma servisi yapmakla da ünlenmişti. Kantinde satılan kutu içerisindeki Maraş dondurmalardan alıp buzluğa koyuyorduk. Zaman zaman tatlı niyetine bu dondurmaları yine bu kurmay arkadaşın servis etmesiyle yiyorduk. Bunu da nöbetçi olduğu sırada değil, çoğu zaman gönüllü olarak yapıyordu.

Konuya devam edelim, sahur saatinde boğuk bir sessizlik yaşanıyordu, genelde kimse konuşmuyor, yemeklerini yiyorlardı. İnsanoğlu, ne düşündüğünü bilemezsiniz ama orada artık insanların ne düşündüklerini hemen yüzlerine bakarak anlayabiliyorduk. Az çok kimin ne problemi var öğrenmiştik. İşte bu sırada bu tür problemler yüzlere aksediyordu. Ancak sona doğru yavaş yavaş açılmalar oluyor ve sessizlik yerini bireysel sohbetlere bırakıyordu. İmsakın atmasıyla herkes yukarı kata çıkıyordu. Orada bazıları için ise sabah namazı vaktiydi.

Genelde sabah ekmek gelene kadar koğuşta bir sessizlik oluyordu. “Ekmeeek” sesiyle koğuş kapısının mazgalı açılıyordu. Bu sesle birlikte hemen nöbetçi büyükçe plastik bidonunu mazgalın ağzına tutup ekmeklerin içine dökülmesini sağlıyordu. Tabi bu arada ekmekleri sayması gerekiyordu. Zira günlük kişi başı bir ekmek veriliyordu. Bir bidon yetmediği için ikincisine de koyuluyordu.

Gündüz ise artık herkes kendi meşguliyetindeydi. Kimi volta atıyor, kimi sohbet ediyor, kimi de günlük yapması gereken ibadetleriyle meşgul oluyordu. Ama genelde bir mod düşüklüğü oluyordu. Şekerimin düşmesinden olsa gerek mod düşüklüğü yaşayanlardan biri de bendim. Sabah kahvesini içememenin vermiş olduğu bir eksiklik nedeniyle de olsa gerek, oruçlu iken somurtkan bir yüzle dolaşıyordum. Gerçi oruçlu olmadığım zamanları da bilen arkadaşlar hemen farklı yorumlar yapabileceklerdir. Tabi ki olumsuz da olsa bu yorumlarında rahatlar. Zira onlara genel olarak “eğer hakkım olacaksa, şimdiden ve sonrasında da olacak şeyler için hakkımı herkese helal ediyorum, bir şartla, itirafçı/iftiracı olmamak şartıyla” demiştim. Hatta sivil bir arkadaş kendi arkadaşıyla konuştuğu sırada uzaktan, “Cemil abinin gıybetini yapabiliriz, ne de olsa hakkı helal” diyerek espri yapmıştı.

İftar vakti yaklaştıkça genelde bir sessizlik oluyordu. Bir çok arkadaş gündüz uyuyordu. İftar vaktine doğru ise bu kez heyecanlı bir hazırlık başlıyordu. Nöbetçiler öğlen ve ikindi vakti gelen yemeği ısıtmaya çalışıyorlardı.

Yemeği ısıtmak da kolay bir mesele değildi. Kettle ile su kaynatıp, leğene koyup, üzerine yemek dolu karavanayı koyarak ısınmasını sağlamaya çalışıyorduk. Tabi bu işlemi iki üç kez yapmak zorundaydık. O zaman ancak yenecek sıcaklığa geliyordu. Bu nedenle nöbetçiler erkenden başlamak zorundaydılar. İftara az bir süre kala sipariş verdiğimiz ramazan pideleri de geliyordu. Pide, Ramazana özel ve parayla verildiği için çoğunlukla durumu iyi olan arkadaşlar bu pideleri hayır olsun diye satın alıyorlardı. Tabi bu pideleri de yine eşit dilimle servis ediyorduk.

Öğlen ile akşam yemeğinin birleştirilmesi nedeniyle iki sıcak yemek olduğu için iftar için yemek yeterli oluyordu. En mutlu saat ise ezanın okunmasıydı. Tabi ezanın okunmasına az bir süre kala herkes yemeğini almak için sıraya giriyordu. Yemek dağıtımını yaparken de kepçeyi ölçülü ve herkese eşit olacak şekilde doldurmak zorundaydık. Özellikle et yemeği var ise herkese eşit gelecek şekilde et tanelerini de sayarak kepçeye dolduruyorduk. Genelde herkese iki ya da üç tike et düşüyordu.

Bazı arkadaşların tabiriyle “yemek zayıf” çıktığı zaman ise yine o arkadaşlardan “kavurma açalım mı” diye kulis sesleri yükseliyordu. Zira kavurma pahalı ve değerli bir yiyecek olduğu için uygun zamanda açmak gerekiyordu. Bu nedenle zaman zaman uyuşmazlık da oluyordu. Zira hangi yemeğin zayıf, hangi yemeğin kuvvetli olması gerektiğine de karar vermek kolay değildi.

Ramazanın vazgeçilmezi güllaç bile vardı. Bahsettiğim kurmay pilot arkadaş güllaç yapmayı da öğrenmişti. Ve çok güzel güllaç yapıyordu. Kantinden verilen siparişle gelen güllacı geniş melamin tepsi içinde yapıyordu. İftarda güllaç var ise mutluluk daha da artıyordu.

Yemek sonrası hızlı bir hazırlık süreci başlıyordu. Zira akşam vaktinin çıkmasına az bir süre kalmakta ve bazı arkadaşlar koşturarak abdest alıp sonrasında yukarıya çıkmaları gerekiyordur. Bazıları ise daha önceden hazırdır. Bu koşuşturmayla birlikte yukarıda serilen battaniyeler üzerinde akşam namazı sonrası çay içmeler devam ediyordu. Bazıları kahve de içiyordu. Yine sohbet grupları, yine benzer konuşmalar hızla devam ediyordu. Saat 11’e doğru yatma saati de yaklaşınca yatma hazırlıkları başlıyordu.

Böylece koğuşta Ramazan ayı bir gün daha bitmiş oluyordu.

Her bir masum insanın kısa sürede ailelerine kavuşmaları, özgürlüklerini huzurlu ortamlarda yaşamaları, bayramlarını aileleriyle yapmaları dilekleriyle, hayırlı ramazanlar.

Hakim Alb.Dr. Cemil Çelik

https://twitter.com/drcemilcelik25